Aslında her şey tarih olmak üzere yaşanıyor;
Anın değeri de burada gizli değil mi?
"Bir daha"sı olmayan ve sadece yansımalarını tekrarlama şansının olduğu,
Bir ekrandan izleyeceğin kadar uzak,
Bir fotoğraftan hatırlayacağın kadar soğuk,
Bir melodiden kalbine dokunacak kadar hüzünlü,
Bir kokudan yüreğini ısıtıp seni gülümsetecek kadar tanıdık.
Sadece anılarında hissedebileceğin kadar semavi ve
Bir nefes kadar kısa.
Anılarına değer katan; o an, tekrarı olmayan.
Deniz Konuk
Friday, December 6
Monday, November 18
Bukalemun
Yavaş yavaş, okuduğu satırları kendi yazmış gibi hissetmeye başladı. Sanki kahramanın düşünceleri kendi düşünceleri, duyguları onun duygularıydı.
“Evet!” dedi, “Evet ben de tam olarak bundan bahsediyorum işte!”.
Fakat ne kahramanla aynı yaştaydı, ne aynı dönemde yaşıyordu, ne de aynı hayat tarzına sahipti. Tek ortak noktaları ikisinin de hayatlarını toplumun kurallarına uygun şekilde yaşıyor olmalarıydı; çoğu insan gibi yani…
Başkasının rolünü oynamak değil miydi bu? Bukalemun gibi.
Başkasının fikrine katılmak, onu kendi hayatı haline getirmek demek olmamalıydı. Esinlenmek, ilham kaynağını kelimesi kelimesine tekrarlamak değil, ezberinden uzaklaşıp kendi renklerinde resmedebilmektir o tabloyu.
Kırmızı, mavi, sarı evrenseldir ama karışımın ve özgür iradenin sınırı yoktur. Kendi tonunu bulmalısın hayatta; ancak o zaman kendini gerçek anlamda keşfetmiş olursun.
Hayat yolunda, kendini keşfetmenin heyecanında bu hatayı yapmak, başkasının paltosunu üzerine almak gibidir; sıcak tutar, ama oturmaz, eğreti durur ve bir gün bir ayna bunu dile getirir.
Oysa ki, kendini keşfetmek için önce kendinden vazgeçmen gerekir. Bunu başkasının zihnini alarak değil, var olan zihni boşaltıp yeniden doldurarak yapmalıdır insan. Kendini keşfetmek güzeldir; ancak doğru yolu izlediğin zaman.
Karın üzerindeki ilk ayak izi olacaksan devam et. Başkalarının bıraktığı izlere sığınarak gideceksen şayet, o yol senin yolun değil demektir.
Keşif yolunu su olarak belirle;
Her dilediğinde bir damla renk kat.
Ne zaman istersen dondurup sertleştir,
Gönlün dilediğinde ısıtıp yumuşat.
Keşif yolun yaşam pınarın olsun;
Getirdiği tecrübe bilgeliğin,
Bilgeliğin aşkın,
Aşkın daim olsun.
Deniz Konuk
Sunday, November 3
Tesadüf
İç güdülerine her zaman güven; bu dünyada kimse seni daha iyi tanıyamaz ve senin için en doğrusunu bilemez senden başka.
Esas olan ben olabilmek hayatta.
Sürekli hareket halinde olan bir akıntıda yerini bulup, bir öndekinin ve onun önündekinin izinden gitmek yerine,
Esas olan kendi izini bırakabilmektir.
Bir başkasının doğrusunu üzerine hiç düşünmeden kabullenmektense; yanlışlar, yenilgiler ve başarılar ardından kendi doğrusunu çizebilmektir.
Hayatın sana sunduğu -iyi, kötü- durumları yalnızca tesadüfi enteresanlıklara bağlamak yerine, onları anlayıp yürümelisin hayat yolunda.
Mesela bu sabah o yanlış sandığın durakta inmeseydin, belki de o yakışıklıyla tesadüfen üçüncü kez, ikişer gün arayla karşılaşmayacaktın ve yarın akşam beraber romantik bir yemeğe gidiyor olmayacaktınız.
Ya da dün yanlışlıkla iddia kuponuna Arsenal yerine Manchester City’yi işaretlememiş olsaydın, bugünkü zafer kahkahalarını atamayacaktın.
Demem odur ki; tesadüf diye içi boş, rastlantısal, sıradan ve mana taşımayan bir şey yoktur bu hayatta.
Her ne gelirse basına, bunda muhakkak bir sebep vardır -ve bu sebep her hangi bir kişinin keyfinin tatmini değil, senin şeridine bir yol lambası dahadır ancak.
İçgüdülerimiz bizleri karanlıklarda yönlendiren yegane gözlerimizdir.
Kendinle ilgili çıkmaza girdiğinde ne diye sorarsın bir başkasına?
Kim seni daha iyi tanıyabilir ki senden başka?
Ancak sen kendini, içini ve gölgeni olduğu gibi bilirsin.
Ancak sendedir anahtarı aydınlığının.
O, sen değil ki senin yerine düşünsün,
Bu, onun hayatı değil ki senin tesadüflerini yorumlasın.
Esas olan kendini dinlemek.
Esas olan kendini bilmek.
Diyorsun ki; “Attım tuttu!”
Hayır atmadın; kendini dinledin ve doğruyu buldun.
Kalbinin sesini dinle, onun bildiği bir şeyler var…
Deniz Konuk
Esas olan ben olabilmek hayatta.
Sürekli hareket halinde olan bir akıntıda yerini bulup, bir öndekinin ve onun önündekinin izinden gitmek yerine,
Esas olan kendi izini bırakabilmektir.
Bir başkasının doğrusunu üzerine hiç düşünmeden kabullenmektense; yanlışlar, yenilgiler ve başarılar ardından kendi doğrusunu çizebilmektir.
Hayatın sana sunduğu -iyi, kötü- durumları yalnızca tesadüfi enteresanlıklara bağlamak yerine, onları anlayıp yürümelisin hayat yolunda.
Mesela bu sabah o yanlış sandığın durakta inmeseydin, belki de o yakışıklıyla tesadüfen üçüncü kez, ikişer gün arayla karşılaşmayacaktın ve yarın akşam beraber romantik bir yemeğe gidiyor olmayacaktınız.
Ya da dün yanlışlıkla iddia kuponuna Arsenal yerine Manchester City’yi işaretlememiş olsaydın, bugünkü zafer kahkahalarını atamayacaktın.
Demem odur ki; tesadüf diye içi boş, rastlantısal, sıradan ve mana taşımayan bir şey yoktur bu hayatta.
Her ne gelirse basına, bunda muhakkak bir sebep vardır -ve bu sebep her hangi bir kişinin keyfinin tatmini değil, senin şeridine bir yol lambası dahadır ancak.
İçgüdülerimiz bizleri karanlıklarda yönlendiren yegane gözlerimizdir.
Kendinle ilgili çıkmaza girdiğinde ne diye sorarsın bir başkasına?
Kim seni daha iyi tanıyabilir ki senden başka?
Ancak sen kendini, içini ve gölgeni olduğu gibi bilirsin.
Ancak sendedir anahtarı aydınlığının.
O, sen değil ki senin yerine düşünsün,
Bu, onun hayatı değil ki senin tesadüflerini yorumlasın.
Esas olan kendini dinlemek.
Esas olan kendini bilmek.
Diyorsun ki; “Attım tuttu!”
Hayır atmadın; kendini dinledin ve doğruyu buldun.
Kalbinin sesini dinle, onun bildiği bir şeyler var…
Deniz Konuk
Monday, October 28
Tadın damağımda kaldı
Filmin en can alıcı yerinde elektriklerin kesilmesi veya
coşkuyla anlattığın aşk hikâyenin birileri tarafından bölünerek fragmantasyona
uğraması gibi,
Tadın damağımda kaldı yine.
Çocukken, bütün hafta heyecanla beklediğin dizinin üçüncü
sahnesinde uyku saatinin gelmiş olması gibi senin de,
Gitme saatin geldi yine.
Hiç doymamak gibi; baştan kabullenilmiş bir açlık hali.
Sana
acıktığım ve doyamadığım,
Bir o, bir bu yana çevrilen kum saati,
Göz açıp kapayıncaya kadar geçen günlerin ardından bir ömür süren haftalar ve her gün şiddetle artan aşkım,
Her seferinde ilk defaymış gibi; kalplerin
hep pırpır, midede kelebeklerin uçuştuğu, her hikâyenin çok taze, her dokunuşun
çok yeni ama bir o kadar da tanıdık olduğu, her seferinde ilki kadar saf kalan
buluşmayı beklediğim,
Bir yandan da, kalbime akan bakışların... Bazen uzaklardan, bazen de
yanı başımda, kelimelerin kifayetsiz kalacağı kadar dolu bakışlarının verdiği güç ile,
Benim, seninle biz olmayı beklediğim; tüm kalbimle umut
biriktirdiğim sensiz günlerimin yeni bir bölümü başladı yine.
Deniz Konuk
Friday, September 20
Bugün seni çok özledim
Bugün seni çok özledim; dilerim ziyaretime gelir, ruhuma
nefes olursun...
Eksikliğini, yokmuş gibi yapmak zaman zaman tıkanmama sebep
oluyor.
Meleğim, kelimelerimden doğar mısın?
Bugün yüreğime hayat verir misin biraz?
Dolaşsan yollarımda gezgin bir ruh gibi,
Karışsan kimyama keşke.
Kimsenin çözemediği düğümüme kaynak olsan,
Gözlerimden aksan alev alev,
Yansıtsan yüreğimi.
Ufka açılan pencerem olsan, önümü göstersen bugün
Fena mı olur?
Karanlık korkutuyor beni;
Bölük pörçük anıların hışırtısı,
Geçmişin yankılanan konuşmaları,
Param parça çığlıklar…
Bölük pörçük anıların hışırtısı,
Geçmişin yankılanan konuşmaları,
Param parça çığlıklar…
Işığını çakıl taşlarına devşirip, dökülür müsün önüme
Kahin olup bu sefer?
Bugün seni çok özledim; dilerim ziyaretime gelir ruhuma
nefes olursun…
Deniz Konuk
Sunday, September 1
Özlemin sen hali
Gelir gelmez, gitmek istemek gibi seni sevmek
Bir dürtü, bir tik gibi aşkını istemek
Çocukluğundan bildiğin bir tadın hatırası gibi seni anımsamak
Ölüm kadar kabullenilmiş seni özlemek
Hiç bir zaman dokunamayacağını bilerek, yine de özlemek.
Öylesine. Hiç bir amaç olmadan;
Beklentisiz. Kabullenilmiş bir hal.
Daha önce sonu defalarca izlenmiş bir film,
Ya da sonsuzluğun kıvrımlarını saymaya çalışmak gibi.
Tekrar tekrar…
Deniz Konuk
Tuesday, August 13
Ufka Doğru Giderken
Gidiyorum
Uzun zamandır bakmakta olduğum ufuktaki
noktaya doğru,
Gözüme kestirdiğim, dikkatle izlediğim
ufuktaki ışığa doğru gidiyorum.
Bir geminin rotasını belirliyişi gibi yavaş
yavaş,
Kaplanın avına kilitlenişi gibi kararlı
bir şekilde
Gidiyorum senden.
Ufuktaki ışık mi gölge mi
bilmiyorum ama
Ufka doğru ayrılıyorum.
Ne
kadar tanıdık…
Bakıyorum evet uzun zamandır ama
Görünürde net bir varış noktası yok henüz.
Tam olarak nereye gittiğimi söyleyemem
ama
Tam olarak neden gittiğimi açıklayabilirim
uzun uzun.
Bir büyük deprem oldu bende;
Duvarlarım çatladı,
Denizlerim taştı,
O kadar kırıldım ki ikiye ayrıldım
sandım.
Sonra duruldu depremim;
Çiçekler açmaya başladı yine,
Bitti sandım.
Artçı sarsıntıları hesaba katmamışım;
Bitmedi sancım.
O artçı sarsıntıların birinde gördüm
iste ufuktaki ışığı.
Yüreğim açıldı,
Çiçekleri serdim ovalara,
Ufka doğru uzanan
yolu döşedim papatyalarla.
Kulağımda bir melodi,
Göğsümde bir hafiflik
Fakat kalbimde koca bir boşluk.
Bu ikilemler hiç bitmeyecek gibi…
Gidiyor olmaktan duyulan heyecanı
Gidiyor olmanın yarattığı karanlık boşluk
duygusu titretiyor.
Her gün ayni sertlikte basamıyorum yere
bu ikilemler yüzünden.
Eminim aslında;
“Orada bir köy var uzakta” ama
Yaktığım gemiler de yuvamdı eninde sonunda.
Sonra güneş doğuyor,
Martıların sesi,
Çanların tınısı...
Huzurluyum; ufukta güzel bir gelecek bekliyor beni.
Deniz Konuk
Subscribe to:
Posts (Atom)